Ruhsallıkta, birliğin, bütün oluşun, birleşmenin arzulandığı bir zeminde, ayrılık ve ayrı olma durumu gerçekliğin ta kendisi olarak merkezde durmaktadır.
Özne -kısmi dürtülerin kurucu sapmasından dolayımlanarak oluşmuş bir “kendinde şey”- daima kurucu sapmanın etkisi altında, bölünmüş olarak varolur. Bu bölünmüşlük (yarılma) gerçekliğin yadsınmasının/bükülmesinin temel noktası olarak düşünülebilir. Gerçekliğin yadsınması, öznenin ihtiyacı olarak mı yoksa Freud’un libido tanımında da işaret ettiğine paralel bir şekilde “ihtiyaç fazlası” olarak mı ortaya çıkar?
Bu noktada gerçekliğin yadsınmasından önce özne için gerçekliğin ne olduğunu hatırlamak faydalı olacaktır. Gerçeklik, öznenin Öteki’yle karşılaşmasında, doyumun ardından geriye kalan artı(k) olarak deneyimlenir. Başka bir deyişle, özne için gerçeklik, salt doyumun kendisi değil, doyumdan artan, tatmin edilmeyen, boşluk yaratan bir artı-k-tır. Bu artığın etrafında açığa çıkan boşluk, öznenin hem bölünmüşlüğünü hem de gerçeklik karşısındaki hareketini belirler. Öteki, özne için gerçekliğin (öznenin devamlı aynı gerçekliğe dönebileceğinin) teminatıdır.* Bu meseleye daha sonra değinmek üzere bu noktada bir viraj alıp konumuza dönecek olursak, öznenin gerçeklik karşısında aldığı konumun yukarıda bahsi geçen meselelerden dolayı çoğunlukla yanılsama biçiminde olduğunu söyleyebiliriz. Peki öznenin, bu mutlak yanılsamaya tâbi konumu hakkında ne söylenebilir?
Öznenin gerçeklik karşısındaki yanılsamalı konumu, yapısal bir eksikliğin, yani doyumdan geriye kalan artık (libido) etrafında sapmaların sonucu kurulan arzunun sonucudur. Bu bağlamda öznenin arzusunun hem kaynağı hem de nesnesi olan Öteki, bunlar dışında özne için arzusunun temas ettiği gerçekliğin (ve aynı zamanda bu gerçekliğe tabi olan yasa’nın) teminatı olarak da işlev görür.
Ne var ki Öteki’nin bu işlevleri, öznenin arzusu bakımından eksik kalmaktadır; çünkü artı(k) olanın etrafında açılan boşlukta tam anlamıyla ikâme(t) edebilecek bir nesne olamaz. Özne, Öteki’ne yönelirken aynı zamanda onda kayıp/eksik olan şeyi aramaya devam eder. Tam bu sebeple öznenin ruhsallığı akışkan ve değişkendir. Bu akışkanlık, öznenin yapısal eksikliğinin süreğen dinamiğidir. Özne bu eksik çerçevesinde nesnesiyle bütünleşemez, aynı zamanda ondan ayrı da düşünülemez. Hakikatte olan ise hep ayrıdır ve öyle kalacaktır.
*Zupancic, A. (2008), Neden Psikanaliz? Üç Müdahale, s.70
Yorumlar
Bu gönderiye yorum yapmak artık mümkün değil. Daha fazla bilgi için site sahibiyle iletişime geçin.
Yorumlar